13 Mart 2013 Çarşamba

Düşlerimin Prensi ( Princess Hours )



   

   Daha 12 -13 yaşlarındayken bile çekik gözlüler bana ilgi çekici gelirdi.Bunun sebebi babamın Japonlarla çalışıyor olması da olabilir.Ama Kore hakkında bundan 5-6 yıl öncesine kadar hiçbir fikrim yoktu.Neye benzediklerini bile bilmiyordum.Yanlış hatırlamıyorsam össye (o zamanki adıyla) hazırlandığım yıldı.Trt1'de "Düşlerimin Prensi" diye bir dizi yayınlanıyordu. Birkaç kere televizyon izlerken denk gelmişti ama pek aldırış etmemiştim.Sonra izleyecek bir şeyler bulamadığım bir gün oturdum ve sadece bir bölümünü izledim.Hayran kaldım...Dersi falan her şeyi bir kenara bırakıp internetten bütün bölümlerini izledim.Romantik-komedi tarzında bir diziydi. Öyle Türk dizilerindeki gibi sadece duygu sömürüsü üzerine kurulu değildi.İzlerken bitmemesini istiyordum.Eğer izlemediyseniz kesinlikle izlemelisiniz..

   Türk dizileri genellikle duygu sömürüsü üzerine kuruludur.Duygusal bir insan olduğum için tercih etmiyorum, daha doğrusu beni psikolojik anlamda rahatsız ediyor.Adamlar bir kerede romantik-komedi dizisi yapalım demiyorlar.Şimdi düşündüm de romantik komedi dizi anlamında verebileceğim tek örnek bile aklıma gelmiyor-bununla Türk dizi-film sektörü kötü demek istemiyorum son yıllarda baya iyi projeler ortaya çıkıyor- .Kore dizilerinin bugün bu kadar ilgi çekmesi bu yüzden olabilir.Aşk acısını bile komik bir şekilde işleyebiliyorlar. %90ının sonu mutlu bitiyor.Zaten gerçek hayatta her anlamda mutlu olmak bu kadar zorken bırakın dizilerdeki hayal kahramanları mutlu olsun.İnsanlar gülecek sebep bulabilsinler.
   Ben dizi-filmleri izleyenlerden değil yaşayanlardanım.Örneğin; korku filmi izlerken eğer birinin kolu kesiliyorsa sanki benim kolum kesiliyor gibi kolumu tutarım( sanırım birazcık tuhafım:p),duygusal filmleri izlerken saatlerce ağlayabilirim (Özgü Namal'ın oynadığı "Mutluluk" filmini izledikten bir hafta sonra kendime gelebilmiştim).İzlediğim  romantik-komedi filmleri bana mutluluk verebilir, bunun sonucu etrafa gülücükler saçabilirim.
   Eğer siz de benim gibi hayata pembe gözlüklerden bakmayı seviyorsanız ya da gülmeye ihtiyacınız varsa Kore dizilerini izlemelisiniz:) İzlemeyenler için ilk dizim olan Düşlerimin Prensi'ni tanıtayım :)




Konusu    :

   1911’deki japon işgaline kadar Kore’yi yöneten ve bu kuşatmadan sonra bir daha kendini toparlayamayan Kore’nin son kraliyet ailesi model alınarak hazırlanmıştır. Dizi kralın hastalandığı haberiyle başlar. 

Kralın her an ölebileceği düşüncesiyle veliaht prens Shin'e bir eş bulmak gereklidir. Shin, balerinlikle uğraşan sevgilisi Hyorin'e evlenme teklif eder ama Hyorin balerin olmayı daha çok istediğini söyleyerek onu reddeder.Bunun üzerine Shin, daha önce verilmiş bir sözün üzerine Chae-kyong adında bir kızla evlenmek zorunda kalır... 

Chae-kyong, saray yaşamına tamamen yabancı, halktan biridir.Shin'den tamamen farklıdır.Katı kurallarla büyümüş Shin'e karşın hiçbir kural tanımaz, ayrıca Shin ve zengin çevresi kadar da kültürlü değildir.Fakat zor durumda olan ailesi için bu evliliği kabul etmek zorunda kalır.

İlk başta olaylar onun için korkunç bir hal alır;

*Zorlu saray kuralları ve eğitimler her an karşısına çıkar.

*Kocası yani Shin,  Hyorin'i sever ve de buzdolabından farkı yoktur. 

*Eğleneceği doğru düzgün bir zaman dilimi yoktur ve de ailesini bile doğru düzgün göremez.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Shin'in zengin arkadaşlarıyla ve sürekli karşısına çıkan Hiyorinle uğraşmak zorunda kalır.

Chae-kyong türlü zorluklarla uğraşıp saraya alışmaya çalışırken diğer veliaht prens Yul İngiltere'den gelir ve her şey  tamamen değişir.

Kesinlikle izlemeniz gereken bir dizi!İzlerken çok eğleneceksiniz, bazen Chae-kyong ve Shin arasında geçen konuşmalar sizi kahkahalara boğacak bazen sinirlerinizi zıplatacak!Bazen Shin'i alıp bağrınıza basmak isteyeceksiniz bazen sinirlenecek Shin'e kıyamayacak, Hiyorin'i ayağına beton döküp denizin en ücra köşesine atmak isteceksiniz!Bazen de acaba Shin mi yoksa Yul mu karar veremeyeceksiniz! Tercih sizin; iyi seyiler :))

Blogumuzun oluşma nedeni:)

   Normalde herkes blog açmayı normal şartlar altında düşünür. Ama ben alakasız olan bir sebepten dolayı karar verdim. Dün liseden arkadaşlarımla görüştüm.Birisi çok samimi olduğum arkadaşım diğeri ise hayatımdan çıksa bile eksiklik duymayacağımız insanlar olur ya onlardan biriydi...Bu arkadaşımız her bulduğu sevgiliye aşık olur ve yenisini bulduğu zamanda diğerini bırakırdı.Bu şıpsevdi arkadaşımız aşık olduğu her kız için bize sırtını çevirir.Ayrıldığında da sürekli gelip omzumuzda ağlamak ister.Bu sürekli yaşanan bir döngüdür.Daha önceleri kızsak bile artık aldırmıyoruz.
   Her neyse...Gelelim konumuza...Yine yeniden sevgilisinden ayrılan bu arkadaşımız bunalımını atmak için bize koştu.Sakın -ne kadar aptalsınız hala kabul ediyorsunuz- diye düşünmeyin.O kadar yüzsüz ki kızsak bile umursamıyor.Biz de onun huyu diye kabul ettik.Derdini anlatacak bizden başka sabırlı-tahammül sınırı yüksek biri- olmadığı için dün bizimle  buluşmayı teklif etti.Tabi derslerden bunalan biz de gittik.Her zaman olduğu gibi derdini anlattı.Tabi ki kız onu seviyor ve onları başkası ayırıyordu.Her zaman böyle olmuştur bu...Kız onu sever ama ayrılmaları gerekir... Kabullenmemenin farklı şekli...Bizden hem fikir istedi hem de bütün fikirlerimizi reddetti.Saatlerce İngilizce dersinde durup böyle bir insana tahammül etmek çok zordu.Çoğunlukla hiçbir şey olmamış gibi muhabbet ettik sonra başka bir yere gitmek için onun arabasına bindik.Araba neydi öyle! Her yerde cips parçacıkları, sigara izmaritleri,boş pet şişeler,pipetler..Yeni bir dünya oluşmuştu orada...Bunun üstüne bir de araba kokusu koymuş..Düşünün kokmuş çorap ve parfüm bir arada! Normalde çok düzenli bir insan sayılmam hatta oldukça da dağınığımdır ama pisliğe katlanamam.Laf çarptık ama kimin umurunda...
   Gezdik ,dolaştık eve geldim.Bu pislik ve yorgunluğun üstüne bir de apar topar İzmit'e gidip gelmem psikolojime baskı yapmış olacak ki hayatımın en korkunç gecesini geçirdim.Halk arasında "karabasan"  tıpta ise "uyku felci" olarak bilinen bu korkunç durumu yaşadım.Sabah bir ara uyandım ve tekrar uyudum.Sonra birisinin bana dokunduğunu hissettim ve arkama baktığımda çok sevimli küçük kız çocuğu (yaklaşık 3 yaşında) kahkaha atmaya başladı.Dualarımı okuyup zorla da olsa uyandım.
Uyandığımda saçma sapan bir aşk şarkısı söylüyordum ve hiç aklımda yokken  blog açmaya karar verdim.Daha sonra bu fikri arkadaşımla (Misaki Ayuzawa) paylaştım ve blog açıldı :)